6 Temmuz 2015 Pazartesi

Eiji Tsuburaya kimdir? 114 Yaşında!

Eiji Tsuburaya bugün Google'a logo olarak geldi, hem de ne logo. Google'ın Doodle olarak adlandırdığı logo'da bugün Eiji Tsuburaya vardı, peki bu japon amca Eiji Tsuburaya kimdir ?
Eiji Tsuburaya kimdir
 İşte detaylar;

Google'ın bugünkü sürprizi bize Eiji Tsuburaya oldu! Biz de Eiji Tsuburaya kimdir haberini siz değerli ziyaretçilerimiz için hazırladık. Bu 'doodle'ın diğerlerinden farkı aynı zaman da bir oyun-film efekti oluşturma amacı taşıyor olması. Öncelikle Eiji Tsuburaya kimdir ona bir göz atalım sonra Doodle'da nasıl oyun oynayacağınızı anlatacağım.

Eiji Tsuburaya godzilla filminin ilk yaratıcılarındandır.
Eiji Tsuburaya japon film yönetmenidir. Doğum tarihi 7 Temmuz 1901, Fukuşima, Japonya olan Tsuburaya 25 Ocak 1970 yılında hayatını kaybetmiştir. Bir çok bilim kurgu filmine yönetmenlik yapmıştır bunlardan hepimizin çok yakından bildiği film Godzilla'nın ilk serisidir, harikamuhendislik.com teknoloji sitesinin haberine göre Eiji Tsuburaya Doodle'ı oyunu şu şekilde oynanmaktadır.
Öncelikle Google'ın yerini alan play sembolüne tıklayarak oyun başlatılır, 1 level'deki amaç bir binanın üst kısmını yapıştırmaktır. Tüm duvara gerekli yapıştırıcıyı kısa bir sürede hızlıca sürmeniz gerekmektedir.

2. Level'de ise bir aktöre kostüm giydirmek amaçlanmış, oyuncunun bir tek maskesini giydirmek size düşüyor bu seviyede de hızlı olmakta fayda var.

Aslında bir oyun olarak algılasak da Google oyundan çok Eiji Tsuburaya'nın filmlerde yaptığı özel efektlerin nasıl oluşturduğunu basit bir mantıkla bize anlatmaya çalışmış.Çok da eğlenceli olmuş, hele Ramazan ayında vakit geçirmek için birebir.
Google

12 Mayıs 2015 Salı

Inge Lehmann kimdir?

Bugün belki daha önce adını hiç duymadığımız bir kişiyi daha Google tarafından öğreniyoruz.Peki bugünkü logo Inge Lehmann kimdir?


Inge Lehmann’ın 127. Doğum Gününde Google tarafından bize hatırlatıldı. Inge Danimarka'lı deprem bilimcidir. 13 Mayıs 1888 tarihinde doğmuş ve 21 Şubat 1993 yılında 104 yaşında hayata gözlerini yumdu.En önemli keşiflerinden biri de P dalgası olmuştur.

Bu logonun yayınladığı ülkeler:

Google

3 Mayıs 2015 Pazar

Piyanonun icadı

Piyano ya da nadir olarak kullanılan italyanca ismiyle pianoforte vurmalı bir çalgıdır. Piyanoda ses, teller vasıtasıyla elde edilir. Piyanonun tuşlarına basıldığında içindeki tahta çekiç tellere vurarak sesin meydana gelmesine sebep olur. Tahta çekicin tellere vurmasından dolayı piyano vurmalı müzik aleti olarak adlandırılır. Piyano klasik ve caz müzikte yaygın olarak kullanılır.

Solo performanslar, ansambl, oda müziği, eşlik, bestecilik ve prova için oldukça uygun bir enstrümandır. Piyano taşınabilir bir enstrüman olmamasına ve genelde pahalı olmasına rağmen çok yönlülüğü ve aynı anda birçok yerde bulunma özelliği ile dünyanın en yaygın olarak kullanılan enstrümanlarından biridir.

Herhangi bir akustik piyano genellikle ses tahtasını ve metal telleri çevreleyen aynı zamanda koruyan ahşap kasadan oluşmakla birlikte 88 tuşa ( 52 beyaz tuş, 36 siyah tuş ) sahiptir. Piyano, tuşlarına basıldığında içerisindeki teller aracılığıyla ses çıkarır çekildiğinde ise teller damper ( titreşim azaltan parça ) yoluyla susturulur. Fakat pedallar yardımıyla tuşlardan parmaklarımızı kaldırmamıza rağmen sesi uzatmak mümkündür.

Piyanoda herhangi bir tuşa bastığımızda keçe ile kaplanmış çekiç o tuşa ait tellere vurur ardından geri gelir ve çekiç eski konumuna gelmesine rağmen teller titreşmeye devam eder bu titreşme bridge ( köprü ) yoluyla ses tahtasına iletilir ve ses tahtası sesi yükselttikten sonra havaya yayar. Parmak tuştan çekildiğinde damper ( titreşim azaltan parça ) tellerin titreşmesini durdurur ve sesi keser. Yukarıda bahsettiğim gibi akustik piyano içerisinde bolca tel bulundurmasına rağmen vurmalı çalgı olarak sınıflandırılır çünkü teller çekme yoluyla ( harpsikord ya da epinet ) gibi değil vuruş yoluyla ses çıkartır. Hornbostel-Sachs enstrüman sınıflandırma sistemine göre piyano chordophone ( telleri ve onu ileten gövdeleri olan enstrümanlar ) olarak sınıflandırılmıştır. Örneğin arp telleri çekme yoluyla çalınan, gitar telleri tıngırdatma yoluyla çalınan, keman yayı ( arşe ) tellere sürtme yoluyla çalınan, piyano da tellere çekiç ile vurulması yoluyla çalınan chordophone bir enstrümandır. Teknolojik gelişmelerle birlikte chordophone bir enstrüman olan piyano akustik olmasının yanı sıra elektrikli, elektronik ve dijital olacak şekillerde de geliştirilmiştir. Google

8 Ocak 2014 Çarşamba

Simone de Beauvoir google doodle oldu!

Google ana sayfasından bu kez Fransızların ünlü kadın yazarı Simone de Beauvoir'i Doodle yaptı. Şimdi Google tarafından az önce Doodle olarak türkiye sayfalarına duyurulan Simone de Beauvoir hakkında bilgiler paylaşacağız. Simone de Beauvoir kimdir,Simone de Beauvoir nerelidir ve tüm ayrıntı ve detaylar.

Google ana sayfasından bu kez Fransızların ünlü kadın yazarı Simone de Beauvoir'i Doodle yaptı. Şimdi Google tarafından az önce Doodle olarak türkiye sayfalarına duyurulan Simone de Beauvoir hakkında bilgiler paylaşacağız. Simone de Beauvoir kimdir,Simone de Beauvoir nerelidir ve tüm ayrıntı ve detaylar.

Ünlü Fransız yazar Simone de Beauvoir Dünya'nın en büyük arama motoru olan Google'da bu gece 00:00 itibari ile Logo olarak yayınlandı.

Google tarafından 126. doğum günü unutulmayan ünlü yazarın hayatı hakkında ayrıntıları aktarıyoruz.

Simone Lucie-Ernestine-Marie-Bertrand de Beauvoir (/simɔn də boˈvwaʀ/; 9 Ocak 1908 – 14 Nisan 1986) Fransız yazar ve filozof. Roman, felsefe politik ve sosyal deneme, biyografi ve otobiyografi yazarı, gazeteci.

En önemli eseri 1949’da yazdığı, kadınların gördüğü baskıların bilimsel incelenmesini yaptığı ve modern feminizmin temellerini kurduğu İkinci Cins (Le Deuxième Sexe) adlı eseri sayılabilir.

Hayatı hakkında bilgi

Simone de Beauvoir 9 Ocak 1908’de Paris’te Georges Bertrand ve Françoise (Brasseur) de Beauvoir çiftinin kızı olarak dünyaya gelmiştir. Geleneksel bir ailenin büyük kızıdır. Otobiyografisinin ilk bölümünde (Bir Genç Kızın Anıları) dinine ve ülkesine bağlı ataerkil bir ailenin sorumluluklarla donatılmış kızı olarak yaşadığı dönemden bahseder. Kişiliğinin koyu katolik annesinin ve bilinemezci babasının karşıtı olarak şekillendiği söylenebilir.
Çocukluk ve ergenlik çağını etkileyen iki ilişkisinden biri kardeşi Helen diğeri arkadaşı Zaza ile olan ilişkisidir. Helen’in küçüklüğünden itibaren ona sürekli bir şeyler öğretmeye onu yetiştirmeye çalışmış ilişkisinde öğretici bir kaygı içinde olmuştur. Zaza ise trajik yaşamı ve ölümü ile Simone’nun karşılaştığı ilk sorunu oluşturuyordu.
Matematik ve felsefede Baccalauréat sınavını geçtikten sonra Katolik Enstitüsü’nde matematik öğrenimi ve Saınte Marie Enstitüsünde yabancı dillerde yazın eğitimi gördü. Daha sonra Sobone’da felsefe eğitimi aldı. 1929’da seçkin Ecole Normale Superieure’ye kayıt olan ve Sabone’da kurs almakta olan Jean-Paul Sartre ile tanışır. Beavuvoir’un Ecole Normele’de eğitim gördüğü yanlış ve yaygın olan bir bilgidir. Ancak bu okuldaki Sartre ve felsefe gurubundaki diğer insanlar tarafından iyi tanınmaktadır. 1929’da felsefede Agregation başaran en genç öğrenci olur. Sartre o yıl birinci olur, Simone ise ikinci. Ancak herkes bilir ki de Beauvoir felsefede en iyi idi. Sartre’a birincilik erkek olduğu için verilmişti. Sorbonne’da iken hayatı boyunca bilinecek lakabı Castor(Cesur) edinecektir.

1943 yılında Simone Konuk Kız (L’Invitée) adlı Rouen okulundaki öğrencilerinden Olga Kosakiewicz ile olan kronik lezbiyen ilişkisinin öyküsünü yayınladı. Bu öykü aynı zamanda de Beauvoir ile Sartre arasındaki karmaşık ilişkiyi ve ilişkinin bu üçlü ilişkiden nasıl zarar gördüğünü anlatır
Ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra De Beauvoir Sartre’ın Maurice Merleau-Ponty ve diğer arkadaşları ile kurduğu Modern Zamanlar (Les Temps Modernes ) adlı politik gazetede çalışmaya başladı. De Beauvoir bu gazetede kendini geliştirdi ve ölümüne kadar editör olarak çalışmaya devam etti.

Belirsizlik Ahlakı Üzerine (Pour Une Morale de L’ambiguïté , 1947) kitabında Fransız varoluşçuluğu etkileri farkedilmektedir. Kitapta çok sade bir biçimde Sartre’ın olmak ve hiçlik felsefeleri arasındaki geniş açıyı göstermektedir. De Beauvoir bir biseksüeldir. Ancak bir seminerde Nelson Algren’le tanıştığı 1947 yılına kadar kadar orgazma ulaşamamıştır. Chicago’da Beauvoir Algren ile ilişkisinde ilk orgazmını yaşar. Bu Fransa’da iki ayrı kitap olarak basılan İkinci Cins kitabına da ilham olur. Bu çalışma Amerika’da da The Second Sex olarak yayıncı Alfred A. Knoph’ın karısı Blance Knopf ‘un tavsiyesi üzerine Howard Parshley tarafından çevirilerek yayınlanır.

Kadın: Efsane ve Gerçek

Simone de Beauvoir önce Kadın: Efsane ve Gerçek adlı denemesini yazar. Bu denemesinde erkeklerin kadınları, erkekleri yanlış havalara, izlenimlere sokan gizemli “diğer”ler olarak gördüğünü iddia eder. Ve erkeklerin, bu “diğer”olma durumunu, kadınları ve onların problemlerini anlamadıklarına, onlara yardım etmediklerine hatta onlara uyguladıkları baskılara bir neden olarak kullandıklarını iddia eder. Bu durumun tüm toplumlarda klişeleşmiş bir hal aldığını ve her zaman hiyerarşiyi elinde tutanların güçsüzleri “diğer” olarak tanımladığını ve onları etraflarında dolaşan karanlık gölgeler olarak nitelendirdiğini savunmuştur. Bu durumun sınıflar arasındaki ilişkilerde, dinsel, ırksal ayrımların mücadelesinde her türlü karşıtlıkta görüldüğünü ama hiç karşıtlıkta “diğer” nitelendirmesinin ve “diğer”e yaklaşımın kadın-erkek ayrımındaki kadar klişeleşmiş bir hal almadığını, hayatın mevcut düzenine gerekçe olarak gösterilmediğini söyler.
Yazarın bu eseri 1949’da Fransa’da yayınlanmıştır. Freudcu yönleri ağır basan feminist bir varoluşçuluk göze çarpar. Varoluşçulukta olduğu gibi de Beauvoir temel prensip olarak var oluşun özden önce geldiğini kabul eder ve “Kadın doğulmaz kadın olunur.” prensibine ulaşır.

İkinci Cins

Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir’un mezarları
Araştırmaları diğer kavramı üzerine yoğunlaşmıştır. Kadınların diğer olarak tanımlanmasını ve mevcut sosyal konumunu, gördüğü baskının temeli olarak olarak nitelendirir De Beauvoir tarihte her zaman kadının sapkın ve anormal canlılar olarak görüldüğünü iddia eder ve Mary Wollstonecraft’ın dahi erkekleri kadınlara ulaşmaları gereken ideal örnek olarak gösterdiğini ileri sürer.
De Beauvoir “Bu durum kadınların kendilerini normalden sapmış, dışta kalan ve normale ulaşmaya çalışan canlılar gibi algılamalarını sağlayarak onlarını başarılarını sınırlandırmışdır.” der. Feminizme göre bu düşünce artık bir kenara atılmalıdır. De Beauvoir iddia eder ki kadınlar erkekler kadar ayırım yapma, seçme yeteniğine sahiptir ve böylece kendilerini geliştirmeyi seçebilir, kadını mevcut durumundan ileri götürebilir, kendi hayatlarının ve dünyanın sorumluluğunu alabilir.

Ölümü ve sonrası

1981’de Sartre’ın acı dolu son yıllarını anlattığı Veda Töreni’ni (Cérémonie Des Adieux) yazar. Kendisi de Paris’de Cimetière du Montparnasse Mezarlığına Sartre’ın yanına gömülür. Mezar taşında isimleri alt alta yazılır. Ölümünden sonra ünü yayılmaya devam eder. Sadece 1968’lerin post-feminizminin kurucusu olduğu için değil aynı zamanda akademisyen olarak ve varoluşcu Fransız düşün insanı olarak da ünü gelişerek yayılır. Sartre’ın üzerindeki etkisi her zaman görülür. Felsefe üzerine yazdığı birçok eserde de Satre’ın varoluşçu etkisi görülebilir. Paris’te Seine Nehri üzerine yapılan bir köprüye yazarın adı verilmiştir.

Şimdi daha geniş ayrıntılı haberimizi aktarıyoruz.

Sartre’la karşılaştığım zaman, her şeyi kazandığıma inanmıştım. Onun yanında benim kendimi gerçekleştirmem başarısızlığa uğrayamazdı. Şimdi kendi kendime şunu söylüyorum: Kurtuluşu bir başkasında görmek, yıkılmanın en güvenli yoludur”

Simone de Beauvoir, 20. yüzyılın en önemli filozoflarından, oyun yazarlarından biri. Meşhur “İkinci Cins” kitabının yazarı, modern kadın hareketinin annesi. Onlarca kitabına, edebiyat ödülüne, kadın hareketindeki öncü rolüne, Cezayir bağımsızlık hareketi için verdiği entellektüel çabalar sayesinde kazanılan başarılara bakmış ve demiş ki: “Hayatımdaki en büyük başarım Sartre ile olan ilişkimdir.”
O dönemleri yaşayanlar bilirmiş: O zamanların efsanevi çiftiymiş de Beauoir ve Sartre. Varoluşçuluk felsefesinin lideri, iki asi insan, bir ilişkiyi paylaşıyor. İnandıkları, söyledikleri toplumu derinden sarsmaya yetecekken, bir de aşkları var gündemde. Herkesin gözleri onların üzerinde. Onlarsa caz klüpleri, yazı masaları, sokak protestolarındaki ön safları arasında modern aşklarını sonuna kadar yaşamakla meşguller.

Tanışmaları Sorbonne’da felsefe okudukları döneme rastlar. Mezuniyet sınaviında Sartre birinci olur, de Beauvoir ikinci. Ama okuldaki herkes Simone’un daha iyi bir filozof olduğunu söylemektedir ve 21 yaşında, bu sınavı o güne kadar vermeyi başaranların en genç kişidir.
Sartre o zamanlar (ve sonraları) tam bir Don Juan’dır. Ufacık tefecik fiziğine ve patlak gözlerine rağmen kadınları baştan çıkartma konusunda son derece ustadır. Baştan çıkartmanın ve yazmanın aynı entellektüel süreçten kaynak bulduğuna inanır. Daha sonraları şu hayalini dile getirir: Hayatına girip çıkan, dizi dizi kadınlar… Her biri kendi anında, onun için hayatın tüm anlamı olsa… Simone bu bahsettiği deneyimi yaşaması gerektiği konusunda onunla hem fikir olarak Jean Paul’ü hayrete düşürür. Böylece “açık ilişki” diye adlandırılan ilişkileri başlar.
Sartre, de Beauvoir’a şöyle demiş: “Sahip olduğumuz esaslı bir aşk. Ama ikimiz için de yedek aşk ilişkileri yaşamak iyi bir fikir.” Simone bir yazısında bu teklife yer verir ve arkasına şu notu düşer: “Biz birbirnin aynısı iki insandık ve aşkımız biz var oldukça sürecekti, ama geçici ilişkilerin kazandıracağı zenginliklerin de yerini doldurmazdı.”
İşte 1929′da böyle bir paktla başladı ömürleri boyunca sürecek ilişkileri. 1981′de Sartre’ın ölümüne kadar sürdü. De Beauvoir da, Sartre’dan sonra fazla yaşamadı. Hiç evlenmediler, hiç aynı evi paylaşmadılar ama her gün mutlaka görüştüler, hiç çocukları olmadı. Simone bu pakta gönüllü imza atmıştı, zoraki bir razı oluş yoktu. Ancak ilişkileri boyunca çok kıskançlık acısı çekti. De Beauvoir açısından bakılırsa kabul edilmiş toplumsal normlara cesur bir başkaldırıydı bu. Sartre erkek atalarının milyonlarca yıldır yapageldiklerini tekrardan başka bir şey yapmıyordu. İlişkilerinde farklı olan, kadının da erkek kadar başka ilişkileri girmeye eşit hak taşımasıydı. Yine de bu ilişkide erkek kadından biraz daha eşitti. Adam ardarda sayısız ilişki yaşarken, kadının bir kaç uzun soluklu ilişkisi oldu yalnızca. Bunu da kadın cinsinin biyolojik doğasına bağlayabiliriz. Paktın bir kuralı da şeffaflıktı. Birbirlerine söz vermişlerdi, evli çiftler gibi birbirilerine yalan söylemeyecek, her şeyi paylaşacaklardı; duyguları, işi, projeleri, ilişkileri… Dediğim gibi, bu şeffaflığın De Beauvoir’ın çok açı çekmesine neden olduğu zamanlar da oldu. Ama yeniden tanımlanmış bir ilişki formuydu onlarınki. Aşklarına zoraki nedenlerden dolayı riyanın bulaşmasına engelleyecek bir düzeni en baştan kurdular.

Entellektüel ya da politik projelerini karalamak için ikilinin seks hayatını “düşük, ahlaksız, pespaye” ilan etmek kolay olurdu. Onlar büyük projelerine laf getirmemek için ilişkilerini bu şekilde yaşamaktan vaz geçmedikleri gibi, bu ilişki formunu göğüslerini gererek topluma ilan ettiler. Galiba onlar için ilişkiyi bu şekilde yaşamak da, inandıklarının sağlamasını yapmalarına yarayacak bir deneydi. De Beauvoir erkek merkezli tanımlanmış dünyada kadının “diğer” olduğu koşulları irdelemişti “İkinci Cins” kitabında. Belki de bu ilişki türünü kadının gücü erkek kadar elinde bulundurduğu bir ilişki türü olarak görüyordu ve okuyucularına anlattıklarını aynı zamanda kendi hayatında bizzat yaşayan bir model olması önemliydi onun için. (Ben de şimdi okuyucularıma bunu anlattım diye böyle yapacak değilim. Heveslenmesin kimseler).Çoğu zaman dayanılması çok güç olan birbirlerine karşı dürüstlük ilkesi, ilişkilerinin yaşayan ve değişen organizması hem felsefi, hem de kurgusal yazılarını şekillendirdi. Bu yüzdendir ki bu ilişki en azından 20. yüzyılın en büyük aşkıdır. İki büyük düşünürün ürünlerini var etmelerini sağlayan koşul olmuştur bu ilişki.
Aşklarının güzelliği, ikisine de sürekli düşünme ve sorgulama, durmaksızın kendini gerçekleştirme için adım atma fırsatı tanımış olmasıdır. İkisi de birbirinin felsefesine katkıda bulunmuş geliştirmişdir. En güzeli, kadın ve erkek için tanımlanmış rollereteslim olmadan aşka sonsuz teslim olmuş olmalarıdır.“Ama romantizm bunun neresinde?” derseniz de Beauvoir’ın Sartre’a ve Sartre’la ilgili yazdıklarını işaret ederim size:
“Sizinle yalnızken hiçbir şey bana önemli gelmiyor… Sizi çılgınca seviyorum. Sizsiz bomboş ve mutsuzum.”, ‘Sizinle olmadıkça yalnız başıma kalmayı tercih ederim.”
“Başkalarına olan duygularınızı kıskanıyorum”, “Başkalarının size olan duygularını kıskanıyorum”, “Başka kalplerde gezinmeniz bana çok ağır geliyor, sadece benim olun istiyorum”, “Kos olmasın, Vedrine olmasın, yalnızca siz ve ben! Bu düşüncemin aptalca olduğunu biliyorum.”
“Sevgilim, biz tek vücuduz ve ben sizim, siz de o derece bensiniz, bunu derinden hissediyorum.”

“Bir şey Sartre için önemli diyorsam, benim için de önemlidir.”
“Hayatta bizi hiçbir şeyin ayırmayacağını belirttiğinizi okuyunca çifte mutluluk yaşadım” -”İkimizin de ne kadar kuvvetli insanlar olduğumuzu düşünmek hoşuma gidiyor. Burada bizim değer yargılarımızın ve yaşam biçimimizin zaferini görüyorum”


“Ayrılığımız çok uzun mu sürecek? Olsun, üç yıl sonra bile aynı olacağız, yalnız bu süre içinde gerçek bir hayatım olmayacak. Bu, yalnız bir bekleyişten ibaret olacak, Sizi bekleyişten.” (Sartre’ın hapis yıllarında yazdığı mektuplardan)

“Bana uzun uzadıya yazın, çünkü bütün mutluluğum mektuplarınız.”

“Canım, bana kendinizi anlatın, beni terketmeyin.”, “Siz olmadan ben yarım bir insanım sevgilim”, “Dünyada sizden başka kimsem yok.”

“Sizden mektup almadığım günlerde perişan oluyorum.”, “Sizinle öylesine güzel bir yaşamım oldu ki, her şeyimi size borçluyum, neyim varsa.”

“Sizi seviyorum, sizsiz mutsuzluğa kapılıyor ve yaşamdan sıkılıyorum.”, “Sizi göremedikten sonra, yalnız olmayı tercih ederim. Kendimi bana hiçbir şey kazandırmayan insanlar için harcamaktan tiksiniyorum.”,


“Kişiyi destekleyen birinin olması olağanüstü bir şey, bunun önemini hiç şimdiki kadar
kavrayamamıştım -bu çok az rastlanan, çok özel bir şey- sevgilim sizsiz yaşam ne kadar donuk ve tatsız.”, “Sizsiz ben bir hiçim”, “Sizi görmeye ihtiyacım var.”

“İnsanla insan arasındaki en dolaysız, en doğal, en gerekli ilinti, kadınla erkek arasındaki ilintidir” der Marx. ‘insanoğlunun kendini türsel bir varlık, yani insan olarak anlama derecesi işte bu ilintiye bakılarak ölçülür; kadınla -erkek arasındaki ilinti, insanoğulları arasındaki ilintilerin en doğalıdır. Bu yüzden de, insanoğlunun davranışlarının ne denli insanîleştiği ya da insanî varlığın ne denli doğallaştığı, insanî yaradılışının ne ölçüde kendi yapısı haline geldiği en iyi işte bu ilintide görülür.’
“Bir gün bana beyaz bir sayfa üstüne sözcükler atmanın onun için ne denli kolay, ne denli güç olduğunu anlatmaya çalıştı. Gerekli olan dedi bana, boşluğa güven duymak.” /

Simone de Beauvoir

“Hepimiz için aynı olan bu ölümü herkes tek başına karşılıyor. Yaşam açısından birlikte ölünebilir; ama ölmek, birlikte sözcüğünün artık bir anlam taşımadığı bir dünyaya kaymaktır. Dünyada en çok istediğim şey, sevdiğimle birlikte ölmekti, ama cesetlerimiz yan yana yatsa bile, bu yalnızca bir aldatmaca olacaktı; hiçlikten hiçliğe bir bağ yoktur.” Simone de Beauvoir – Olgunluk Çağı II
“Bir ara, beni Sartre’la yalnız bırakmalarını söyledim ve çarşafın altına uzanmak istedim. Bir hemşire beni durdurdu: ‘Hayır. Dikkat edin… Kangren’ İşte o zaman onun kara kabuklarının gerçek türünü anladım. Çarşafın üzerine yattım ve biraz uyudum. Saat beşte hemşireler geldiler. Sartre’ın cesedinin üzerine bir çarşaf ve bir çeşit kılıf örtüp onu götürdüler.”

Simone Lucie-Ernestine-Marie-Bertrand de Beauvoir (/simɔn də boˈvwaʀ/; 9 Haziran 1908 – 14 Nisan 1986) Fransız yazar ve filozof. Roman, felsefe politik ve sosyal deneme, biyografi ve otobiyografi yazarı, gazeteci. Modern Feminizmin kurucusu.
Jean-Paul Sartre (tam adı: Jean-Paul Charles Aymard Sartre) (21 Haziran 1905, Paris – 15 Nisan 1980, Paris), ünlü Fransız Özgürlükçü yazar ve düşünür.
——–
Bütün yaşamını kendisinden altı yıl önce külleri toprağa verilen Jean-Paul Sartre’la dayanışma ile geçiren Simone de Beauvoir, 1986 yılının Nisan ayında 78 yaşında öldü. Paris’in bütün gazeteleri, bu ölümü büyük puntolarla duyurdular. Birinci sayfalarını yazarın fotoğraflarına ayırdılar. “Le Matin”, “Liberation”, “Le Figaro”, “France -Soir”, “Le Quotidion de Paris”, “Humanité” gazeteleri… Humanité’deki yazarın resminin üstüne şöyle yazılmıştı: “Bir kadının gücü: Simon de Beauvoir bütün yaşamı boyunca ikinci cinsin kurtuluşu ve özgürlük yolundaki birçok kavgada Sartre’la birlikte belirleyici rol oynadı. “
Simon de Beauvoir’ın Jean-Paul Sartre’a yazdığı mektuplar “Düşün Yayıncılık”ça, bugün, yayımlanmış bulunuyor. Mektupları Simon de Beauvoir’ın evindeki bir gömme dolabın dibini amaçsız bir biçimde karıştırırken bulan ve yayına hazırlayan Sylvie Le Bon de Beauvoir’ın açıkladığına göre mektupların bütünü 321 tanedir. Kendini işine ve sevdiğine adayışın, kendini işine ve sevdiğine bırakışın yoğun coşkusunu simgeleyen mektuplar bunlar. Savaşın, Faşizmin, Nazizmin yayıldığı, günlerin yaşanmaz duruma geldiği yıllarda kendini yitik duyumsayan, yabancılaşan insanlar arasında ayakta kalabilmenin, dostluğun, dayanışmanın, ülküdeşliğin, aydın insan olma niteliğinin ve belki de bütün bunların sonucu olarak çok coşkulu bir sevinin simgesi bu mektuplar. Güvendiği sevdiğine kendini tümden verebilmenin simgesi…

Doğrusu, Simon de Beauvoir’ın sonsuz sevgisi, her tümcesinde açıkça görülüyor: “Başkalarına olan duygularınızı kıskanıyorum.”, “Başkalarının size olan duygularını kıskanıyorum”, “Başka kalplerde gezinmeniz bana çok ağır geliyor, sadece benim olun istiyorum”, “Kos olmasın, Vedrine olmasın, yalnızca siz ve ben! Bu düşüncemin aptalca olduğunu biliyorum.”
“Sizinle yalnızken hiçbir şey bana önemli gelmiyor… Sizi çılgınca seviyorum. Sizsiz bomboş ve mutsuzum.”, ‘Sizinle olmadıkça yalnız başıma kalmayı tercih ederim.”
“Bana uzun uzadıya yazın, çünkü bütün mutluluğum mektuplarınız.”

“Ayrılığımız çok uzun mu sürecek? Olsun, üç yıl sonra bile aynı olacağız, yalnız bu süre içinde gerçek bir hayatım olmayacak. Bu, yalnız bir bekleyişten ibaret olacak, Sizi bekleyişten.”

“Canım, bana kendinizi anlatın, beni terketmeyin.”, “Siz olmadan ben yarım bir insanım sevgilim”, “Dünyada sizden başka kimsem yok.”

“Sevgilim, biz tek vücuduz ve ben sizim, siz de o derece bensiniz, bunu derinden hissediyorum.”
“Sizden mektup almadığım günlerde perişan oluyorum.”, “Sizinle öylesine güzel bir yaşamım oldu ki, her şeyimi size borçluyum, neyim varsa.”
“Sizi seviyorum, sizsiz mutsuzluğa kapılıyor ve yaşamdan sıkılıyorum.”, “Sizi göremedikten sonra, yalnız olmayı tercih ederim. Kendimi bana hiçbir şey kazandırmayan insanlar için harcamaktan tiksiniyorum.”,”Kişiyi destekleyen birinin olması olağanüstü bir şey, bunun önemini hiç şimdiki kadar kavrayamamıştım -bu çok az rastlanan, çok özel bir şey- sevgilim sizsiz yaşam ne kadar donuk ve tatsız.”, “Sizsiz ben bir hiçim”, “Sizi görmeye ihtiyacım var.” Sevdiğini bu ölçüde seven Simone de Beauvoir, “Kadın” adlı yapıtının son iki paragrafında kadın ve erkek için şu düşünceleri söyleyerek yapıtını bitirir: ..
“İnsanla insan arasındaki en dolaysız, en doğal, en gerekli ilinti, kadınla erkek arasındaki ilinti’dir” der Marx. ‘insanoğlunun kendini türsel bir varlık, yani insan olarak anlama derecesi işte bu ilintiye bakılarak ölçülür; kadınla -erkek arasındaki ilinti, insanoğulları arasındaki ilintilerin en doğalıdır. Bu yüzden de, insanoğlunun davranışlarının ne denli insanîleştiği ya da insanî varlığın ne denli doğallaştığı, insanî yaradılışının ne ölçüde kendi yapısı haline geldiği en iyi işte bu ilintide görülür.’
Bundan iyisi can sağlığı. İnsanoğlu, şu anda elimizin altında bulunan dünyada gerçekleştirecektir özgürlüğün egemenliğini; bu yüce yengiyi kazanabilmek için, her şeyden önce, erkeklerle kadınların, aralarındaki ayrılıkları bir yana bırakıp, yalansız dolansız bir kardeşlik kurmaları gerekmektedir.”

Simon de Beauvoir, Sartre’ın kendisine yazdığı mektupları 1983’te yayımlamış. Ya sizin yazdıklarınız diye soranlara da onları yitirdiğini söylemiş. Yani Fransız okuru, daha önce Sartre’ın mektuplarını okumuş. Ben ise, daha sonra yayımlanan Simon de Beauvoir’ınkilerin birinci cildini ancak bugün okuyorum. Zeynep Bayramoğlu, çevirirken genellikle bizim derginin tutumuna uygun bir tutum içinde görülüyor, bir iki nokta dışında…
Sabetay Varol
Simone de Beauvoir’dan Sartre’a Mektuplar I, Mektuplar, Mektuplar Dizisi: 23, Çeviren: Zeynep Bayramoğiu, Düşün Yayıncılık, Şişli İstanbul, 1996,335 s.
Simone de Beauvoir, Kadın, Bilgi Dizisi 9, Payel Yayınlan, Çeviren Bertan Onaran, İstanbul, 1969, 212 s.

Sonsuz Sevgi (2)

Türk Dili Dergisi’nin geçen sayısında Simone de Beauvoir ile Jean Paul Sartre arasındaki sonsuz sevgiden söz açmıştım, “Sartre’a Mektuplar”ın Türkiye’de yayımlanışı dolayısıyla. Sözü biraz daha sürdürmek gerekiyor. İnsanlar arasındaki en doğal, en dolaysız, en gerekli ilişkinin kadınla erkek arasındaki ilişki olduğunu belirleyen, Simone de Beauvoir kadınlık kavramını üçe ayırarak açıklar okurlarına:
1) “Dişi”liğini öne çıkaran kadın;
2) “Özgür”lüğü başat görünüm almış olan kadın;
3) “Çağdaş” oluşu ön planda görülen kadın…
Dişiliğini öne çıkaran kadın, kendini edilgen bir av durumuna getirerek erkeği de bedensel edilgenliğe indirgemek ister; erkeği tuzağa düşürmek için kendi bedenini kullanır. Özgür kadın ise, etkin olmak, erkeğin kendisine yakıştırdığı edilgenliğe karşı çıkmak eğilimindedir. Çağdaş kadına gelince; o, erkek değerlerini kabul eder, erkekler gibi düşündüğünü, etkinlikte bulunduğunu, çalıştığını, yarattığını öne sürer, erkekle eşit düzeyde olmayı benimser…
Simone de Beauvoir, kadın kavramını açıklarken yaptığı bölümlemede ele aldığı bütün özellikleri kişiliğinde toplamıştır; yapıtlarında, mektuplarında, yaşama biçiminde, sonsuz sevgisinde açık açık görülür bu. O; çağdaş bir kadın olduğu ölçüde “dişi”dir de, “özgür”dür de…
Erişilmez sonsuz sevgi; masallarda gördüğümüz kavuşamayan, birbirini hiç tanımamış, tanıyamamış bireyler arasındaki imgelerle abartılmış; aslında hiç yaşanmamış sevgi değildir. Bu; bütün kadınlığını, özgürlüğünü, çağdaşlığını ve dişiliğini ayrıntılarıyla yaşayarak yaratılan bir sevgidir. Yüreklilikle’, hiç gizlemeden, açıkça yaşayarak, kafasını da kullanarak yaratılan bir sevgi…
İnsanın kendi istenciyle kendini yaratması gibi bir şey bu sevgi. Anlamsız “yazgı”ya boyun eğmeden istencini kullanarak yaşamak…
Simone de Beauvoir’ın Jean Paul Sartre’la arkadaşlığı; dayanışmanın, ülküdeşliğin örnek bir görünümüdür. “Simone de Beauvoir’dan Sartre’a Mektuplar I”de açıkça görülüyor bu. Mektupların çoğu, gençliklerinde Nazi saldırıları yıllarında, İkinci Dünya Savaşı yıllarında yazılmış.
Bu sevgi, yaşamları boyunca sürmüştür.
Gençliklerinde, birbirlerine sevgi dolu seslenmeleri vardı; sözgelimi, “Yazdıklarınızın her satırında ‘yaşamınızda öyle biri’ olmadığımı açıkça gördüm ve hissettim. Gerçekten siz ve ben bir bütün oluşturuyoruz; bu olağanüstü bir güç. Bunu hissettiğim zamanlarda her şey bana vız geliyor.” – “Hayatta bizi hiçbir şeyin ayırmayacağını belirttiğinizi okuyunca çifte mutluluk yaşadım” -”İkimizin de ne kadar kuvvetli insanlar olduğumuzu düşünmek hoşuma gidiyor. Burada bizim değer yargılarımızın ve yaşam biçimimizin zaferini görüyorum”[i] gibi seslenmelerle sevgilerini içtenlikle doğrulayan Jean Paul Sartre ile Simone de Beauvoir yetmişli seksenli yıllara gelindiğinde artık her ikisi de yaşamlarının son dönemine ulaşmış bulunuyorlardı. Ayrıntılara girmeden diyebiliriz ki birbirlerini hiç bırakmadan sonuna değin büyük bir dayanışma içinde olmuşlardır, ölünceye değin, her ikisi de, kalabalık gönüldeşler, ülküdeşler aylası içinde yaşamışlardır.
Jean Paul Sartre, 1980′de; Simone de Beauvoir, 1986′da öldü.

Birbirlerine son yıllarında da ne ölçüde bağlı olduklarını kanıtlayan başka yapıtlar da var elimizde. Sözgelimi “Veda Töreni ve Jean Paul Sartre’la Söyleşiler Ağustos-Eylül 1974″[ii] adlı yapıt… Bu; Simone de Beauvoir’ca “Sartre’ı sevmiş olanlara, sevenlere, sevecek olanlara” sunulmuş bir yapıttır. Sartre’ın son on yılı boyunca Simone de Beauvoir’ın tuttuğu günlüğe dayanmaktadır.

Birinci bölüm olan “Veda Töreni”nde Sartre’ın 1970-1980 yıllarını içeren son on yılı anlatılır. İkinci bölümü 1974′ün Ağustos-Eylül aylarında Sartre’la aşağı yukarı her konuda yapılan uzun söyleşi oluşturur.
Bu 592 sayfalık yapıtta, sonsuz sevgi ve saygılarını gösteren birçok bölümce vardır.

Sözgelimi, Simone de Beauvoir, Sartre komadayken 15 Nisan 1980′de oturup onu saatlerce seyreder. Onu hiç yalnız bırakmayıp arkadaşı Arlette’le sıra ile 24 saat nöbet tutmaktadırlar. Arlette nöbetteyken Sartre ölünce herkese duyurulur. .

Şöyle yazıyor Simone de Beauvoir: “Bir ara, beni Sartre’la yalnız bırakmalarını söyledim ve çarşafın altına uzanmak istedim. Bir hemşire beni durdurdu: ‘Hayır. Dikkat edin… Kangren’ İşte o zaman onun kara kabuklarının gerçek türünü anladım. Çarşafın üzerine yattım ve biraz uyudum. Saat beşte hemşireler geldiler. Sartre’ın cesedinin üzerine bir çarşaf ve bir çeşit kılıf örtüp onu götürdüler.”
Doğrusu, Sartre’ın Beauvoir’a yazdığı mektupları da görmek istiyor insan.

İkinci kaynak haber Ahmet Miskioğlu'na aittir.

Ünlü kadın Fransız yazarı Simone de Beauvoir ile ilgili daha fazla bilgiyi ilerleyen saatlerde paylaşmayı sürdüreceğiz. Google

23 Aralık 2013 Pazartesi

Noel arifesi google doodle'ı sizlerle!

Merhaba!

Google bugün (24 Aralık 2013) yep yeni bir doodle ile yayında...Yeni doodle'umuzun adı: "Noel Arifesi".. Google Türkiye'de yayına alıp almayacağını tam olarak şu an bilemediğimiz doodle global sitede yayına girecek. Biz yine de bu doodle hakkında siz değerli ziyaretçilerimize bilgi verelim!

NOEL ARİFESİ DOODLE'ı

Noel Arifesi Doodle'ı

Noel, her yıl 25 Aralık tarihinde İsa'nın doğumunun kutlandığı Hıristiyan bayramı. Ayrıca Doğuş Bayramı, Kutsal Doğuş veya Milât Yortusu olarak da bilinir.

20. yüzyılın başlarından itibaren Noel, Hıristiyan olmayanlar tarafından da kutlananan, dinî motiflerinden arınmış, hediye alışverişi etrafında yoğunlaşan bir bayram olarak da kutlanmaya başlamıştır. Bu seküler Noel versiyonunda mitolojik figür Noel Baba temel bir rol oynar.

Noel, her yıl dünyadaki Hristiyanların çoğunluğu tarafından 25 Aralık'ta kutlanır. Kutlamalar 24 Aralık'ta Noel arifesiyle başlar ve bazı ülkelerde 26 Aralık akşamına kadar devam eder. Ermeni Kilisesi gibi bazı Doğu Ortodoks Kiliseleri, Jülyen takviminde 25 Aralık'a denk gelen 6 Ocak'ı Noel olarak kutlarlar. Hristiyanların çoğunlukta olduğu ülkelerde pratik olarak Noel tatili yılbaşı tatiliyle birleştirilir.

Bazı Ortodoks kiliselerinin Noel'i Jülyen takvimine göre kutlamasının nedeni, şu an kullanılan Gregoryen takviminin Katolik bir din görevlisi olan Papa XIII. Gregory tarafından düzenlettirilmiş olmasıdır.
 
 Noel ve türevleri

ABD'den Noel süslemelerine bir örnek (Clifton Değirmeni, Ohio)

Noel sözcüğünün kökeni Latince Natalis (doğum) kelimesidir.Türkçeye Fransızca Noël (Noel sezonu) sözcüğünden geçmiştir.

Bir diğer iddiaya göre Noel kelimesi, Galya dilinde (Keltçe) yeni anlamına gelen "noio" ile güneş manasına gelen "hel"in birleşmesiyle oluşmuştur ve "yeni güneş" anlamına gelmektedir.[kaynak belirtilmeli] Noel kelimesi o devrin putperest toplumunda yeni yılın başlangıcında yapılan şenliklere ad olmuştur. Ayrıca Roma İmparatorluğu döneminde halk, mutlu bir olayı karşılamak ve kutlamak için, duygularını "noel, noel" diye bağırarak dile getirirdi, Habermolasi.com
Noel sözcüğünün kökeni ile ilgili bir diğer açıklama ise Fransızca "haber" veya "yeni" anlamındaki "nouvelle" kelimesinden geldiğidir.

Christmas ve türevleri

Günümüzde başta İngilizce konuşan coğrafya olmak üzere bazı batılı ülkelerde Noel anlamında kullanılan Christmas ve benzeri diğer kelimeler ise Yunanca Khristos (Mesih) ve avam Latincesindeki messa (Efkaristiya ayini) kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur. Messa sözcüğünün kökeni ise yine latince "missa" (yollama, gönderme) sözcüğüdür ve muhtemelen ayin sonunda cemaatin dağılmasına işaret eder.

Almancada Noel anlamında kullanılan Weihnachten sözcüğü "kutsal gece" anlamına gelir.
Google

7 Kasım 2013 Perşembe

Hermann Rorschach bugünkü doodle'mızı tanıyalım!

Hermann Rorschach bugün açılış sayfası google olanlar için bir süpriz oldu! Peki Hermann Rorschach'i ne kadar tanıyoruz, hayatımızdaki yeri nedir? Bilgiler burada.

Rorschach testi (Rorschach mürekkep lekesi testi, Rorschach tekniği, mürekkep lekesi testi olarak da bilinir), deneklerin algılarını mürekkep lekelerini kullanarak analiz eden psikolojik bir testtir. Bazı psikologlar, bir kişinin kişilik özellikleri ve duygusal işleyişini incelemek için bu testi kullanır . Özellikle hastalar kendi düşünme süreçlerini açıkça anlatmak için isteksiz olduğu durumlarda altta yatan düşünce bozukluğu tespit etmek için kullanılır. Test ismini yaratıcısı İsviçreli psikolog Hermann Rorschach'dan almıştır.


Rorschach testi 1960'lı yıllarda en yaygın kullanılan projektif testtir . ABD'de ulusal bir araştırmada Rorschach testi ayaktan tedavide ruh sağlığı tesislerinde kullanılan psikolojik testler arasında sekizinci sırada yer aldı ve Kişilik Değerlendirme Derneği üyeleri tarafından ikinci en yaygın olarak kullanılan test bulundu. Adli tıp değerlendirmesi vakalarında da psikiyatristler tarafından % 25 oranında istenmiştir.

Rorschach blot 01.jpg Rorschach blot 02.jpg Rorschach blot 03.jpg Rorschach blot 04.jpg Rorschach blot 05.jpg Rorschach blot 06.jpg Rorschach blot 07.jpg Rorschach blot 08.jpg Rorschach blot 09.jpg Rorschach blot 10.jpg Google

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Rosalind Franklin kimdir?

Rosalind Elsie Franklin 25 Temmuz 1920 doğumlu İngiliz biliminsanı. DNA, virüs, kömür ve grafitin yapılarının anlaşılmasında büyük katkılarda bulundu.
Rosalind Franklin kimdir?

Rosalind Franklin

Rosalind Elsie Franklin 25 Temmuz 1920 doğumlu İngiliz biliminsanı. DNA, virüs, kömür ve grafitin yapılarının anlaşılmasında büyük katkılarda bulundu.

Rosalind Franklin Hayatı

Rosalind Elsie Franklin 25 Temmuz 1920'de Londra'da dünyaya geldi. Eğitim hayatını İngiltere'de fizik ve kimya eğitimi veren nadir kız okullarından birinde bitirdi. Çalışkanlığı ve bilgisiyle başarılı bir öğrenci olarak hep ön plana çıktı. Eğitim hayatı devam ettikçe geleceği ile ilgili düşünceleri netleşmişti ve en büyük isteği bilim kadını olmaktı. Babasıyla bu konuda fikir çatışmaları yaşasa da 1938 yılında Cambridge'de bulunan Newnham Koleji'ne girerek bilim dünyasının kapılarını araladı.
1945 yılında Cambridge Üniversitesi'nden fiziksel kimya dalında doktora derecesi elde etti.

Rosalind Franklin Ölümü

1958 yılında henüz 37 yaşındayken kanser hastalığı sonucunda hayatını kaybetti.

Rosalind Franklin Doodle

Google bu değerli bilim insanının doğum gününü bir Doodle ile kutladı.

Google