Google ana sayfasından bu kez Fransızların ünlü kadın yazarı Simone
de Beauvoir'i Doodle yaptı. Şimdi Google tarafından az önce Doodle
olarak türkiye sayfalarına duyurulan Simone de Beauvoir hakkında
bilgiler paylaşacağız. Simone de Beauvoir kimdir,Simone de Beauvoir
nerelidir ve tüm ayrıntı ve detaylar.
Google ana sayfasından bu kez Fransızların ünlü kadın yazarı Simone de
Beauvoir'i Doodle yaptı. Şimdi Google tarafından az önce Doodle olarak
türkiye sayfalarına duyurulan Simone de Beauvoir hakkında bilgiler
paylaşacağız. Simone de Beauvoir kimdir,Simone de Beauvoir nerelidir ve
tüm ayrıntı ve detaylar.
Ünlü Fransız yazar Simone de Beauvoir
Dünya'nın en büyük arama motoru olan Google'da bu gece 00:00 itibari ile
Logo olarak yayınlandı.
Google tarafından 126. doğum günü unutulmayan ünlü yazarın hayatı hakkında ayrıntıları aktarıyoruz.
Simone
Lucie-Ernestine-Marie-Bertrand de Beauvoir (/simɔn də boˈvwaʀ/; 9 Ocak
1908 – 14 Nisan 1986) Fransız yazar ve filozof. Roman, felsefe politik
ve sosyal deneme, biyografi ve otobiyografi yazarı, gazeteci.
En
önemli eseri 1949’da yazdığı, kadınların gördüğü baskıların bilimsel
incelenmesini yaptığı ve modern feminizmin temellerini kurduğu İkinci
Cins (Le Deuxième Sexe) adlı eseri sayılabilir.
Hayatı hakkında bilgi
Simone
de Beauvoir 9 Ocak 1908’de Paris’te Georges Bertrand ve Françoise
(Brasseur) de Beauvoir çiftinin kızı olarak dünyaya gelmiştir.
Geleneksel bir ailenin büyük kızıdır. Otobiyografisinin ilk bölümünde
(Bir Genç Kızın Anıları) dinine ve ülkesine bağlı ataerkil bir ailenin
sorumluluklarla donatılmış kızı olarak yaşadığı dönemden bahseder.
Kişiliğinin koyu katolik annesinin ve bilinemezci babasının karşıtı
olarak şekillendiği söylenebilir.
Çocukluk ve ergenlik çağını
etkileyen iki ilişkisinden biri kardeşi Helen diğeri arkadaşı Zaza ile
olan ilişkisidir. Helen’in küçüklüğünden itibaren ona sürekli bir şeyler
öğretmeye onu yetiştirmeye çalışmış ilişkisinde öğretici bir kaygı
içinde olmuştur. Zaza ise trajik yaşamı ve ölümü ile Simone’nun
karşılaştığı ilk sorunu oluşturuyordu.
Matematik ve felsefede
Baccalauréat sınavını geçtikten sonra Katolik Enstitüsü’nde matematik
öğrenimi ve Saınte Marie Enstitüsünde yabancı dillerde yazın eğitimi
gördü. Daha sonra Sobone’da felsefe eğitimi aldı. 1929’da seçkin Ecole
Normale Superieure’ye kayıt olan ve Sabone’da kurs almakta olan
Jean-Paul Sartre ile tanışır. Beavuvoir’un Ecole Normele’de eğitim
gördüğü yanlış ve yaygın olan bir bilgidir. Ancak bu okuldaki Sartre ve
felsefe gurubundaki diğer insanlar tarafından iyi tanınmaktadır. 1929’da
felsefede Agregation başaran en genç öğrenci olur. Sartre o yıl birinci
olur, Simone ise ikinci. Ancak herkes bilir ki de Beauvoir felsefede en
iyi idi. Sartre’a birincilik erkek olduğu için verilmişti. Sorbonne’da
iken hayatı boyunca bilinecek lakabı Castor(Cesur) edinecektir.
1943
yılında Simone Konuk Kız (L’Invitée) adlı Rouen okulundaki
öğrencilerinden Olga Kosakiewicz ile olan kronik lezbiyen ilişkisinin
öyküsünü yayınladı. Bu öykü aynı zamanda de Beauvoir ile Sartre
arasındaki karmaşık ilişkiyi ve ilişkinin bu üçlü ilişkiden nasıl zarar
gördüğünü anlatır
Ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra De Beauvoir
Sartre’ın Maurice Merleau-Ponty ve diğer arkadaşları ile kurduğu Modern
Zamanlar (Les Temps Modernes ) adlı politik gazetede çalışmaya başladı.
De Beauvoir bu gazetede kendini geliştirdi ve ölümüne kadar editör
olarak çalışmaya devam etti.
Belirsizlik Ahlakı Üzerine (Pour Une
Morale de L’ambiguïté , 1947) kitabında Fransız varoluşçuluğu etkileri
farkedilmektedir. Kitapta çok sade bir biçimde Sartre’ın olmak ve hiçlik
felsefeleri arasındaki geniş açıyı göstermektedir. De Beauvoir bir
biseksüeldir. Ancak bir seminerde Nelson Algren’le tanıştığı 1947 yılına
kadar kadar orgazma ulaşamamıştır. Chicago’da Beauvoir Algren ile
ilişkisinde ilk orgazmını yaşar. Bu Fransa’da iki ayrı kitap olarak
basılan İkinci Cins kitabına da ilham olur. Bu çalışma Amerika’da da The
Second Sex olarak yayıncı Alfred A. Knoph’ın karısı Blance Knopf ‘un
tavsiyesi üzerine Howard Parshley tarafından çevirilerek yayınlanır.
Kadın: Efsane ve Gerçek
Simone
de Beauvoir önce Kadın: Efsane ve Gerçek adlı denemesini yazar. Bu
denemesinde erkeklerin kadınları, erkekleri yanlış havalara, izlenimlere
sokan gizemli “diğer”ler olarak gördüğünü iddia eder. Ve erkeklerin, bu
“diğer”olma durumunu, kadınları ve onların problemlerini
anlamadıklarına, onlara yardım etmediklerine hatta onlara uyguladıkları
baskılara bir neden olarak kullandıklarını iddia eder. Bu durumun tüm
toplumlarda klişeleşmiş bir hal aldığını ve her zaman hiyerarşiyi elinde
tutanların güçsüzleri “diğer” olarak tanımladığını ve onları
etraflarında dolaşan karanlık gölgeler olarak nitelendirdiğini
savunmuştur. Bu durumun sınıflar arasındaki ilişkilerde, dinsel, ırksal
ayrımların mücadelesinde her türlü karşıtlıkta görüldüğünü ama hiç
karşıtlıkta “diğer” nitelendirmesinin ve “diğer”e yaklaşımın kadın-erkek
ayrımındaki kadar klişeleşmiş bir hal almadığını, hayatın mevcut
düzenine gerekçe olarak gösterilmediğini söyler.
Yazarın bu eseri
1949’da Fransa’da yayınlanmıştır. Freudcu yönleri ağır basan feminist
bir varoluşçuluk göze çarpar. Varoluşçulukta olduğu gibi de Beauvoir
temel prensip olarak var oluşun özden önce geldiğini kabul eder ve
“Kadın doğulmaz kadın olunur.” prensibine ulaşır.
İkinci Cins
Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir’un mezarları
Araştırmaları
diğer kavramı üzerine yoğunlaşmıştır. Kadınların diğer olarak
tanımlanmasını ve mevcut sosyal konumunu, gördüğü baskının temeli olarak
olarak nitelendirir De Beauvoir tarihte her zaman kadının sapkın ve
anormal canlılar olarak görüldüğünü iddia eder ve Mary Wollstonecraft’ın
dahi erkekleri kadınlara ulaşmaları gereken ideal örnek olarak
gösterdiğini ileri sürer.
De Beauvoir “Bu durum kadınların
kendilerini normalden sapmış, dışta kalan ve normale ulaşmaya çalışan
canlılar gibi algılamalarını sağlayarak onlarını başarılarını
sınırlandırmışdır.” der. Feminizme göre bu düşünce artık bir kenara
atılmalıdır. De Beauvoir iddia eder ki kadınlar erkekler kadar ayırım
yapma, seçme yeteniğine sahiptir ve böylece kendilerini geliştirmeyi
seçebilir, kadını mevcut durumundan ileri götürebilir, kendi
hayatlarının ve dünyanın sorumluluğunu alabilir.
Ölümü ve sonrası
1981’de
Sartre’ın acı dolu son yıllarını anlattığı Veda Töreni’ni (Cérémonie
Des Adieux) yazar. Kendisi de Paris’de Cimetière du Montparnasse
Mezarlığına Sartre’ın yanına gömülür. Mezar taşında isimleri alt alta
yazılır. Ölümünden sonra ünü yayılmaya devam eder. Sadece 1968’lerin
post-feminizminin kurucusu olduğu için değil aynı zamanda akademisyen
olarak ve varoluşcu Fransız düşün insanı olarak da ünü gelişerek
yayılır. Sartre’ın üzerindeki etkisi her zaman görülür. Felsefe üzerine
yazdığı birçok eserde de Satre’ın varoluşçu etkisi görülebilir. Paris’te
Seine Nehri üzerine yapılan bir köprüye yazarın adı verilmiştir.
Şimdi daha geniş ayrıntılı haberimizi aktarıyoruz.
Sartre’la
karşılaştığım zaman, her şeyi kazandığıma inanmıştım. Onun yanında
benim kendimi gerçekleştirmem başarısızlığa uğrayamazdı. Şimdi kendi
kendime şunu söylüyorum: Kurtuluşu bir başkasında görmek, yıkılmanın en
güvenli yoludur”
Simone de Beauvoir, 20. yüzyılın en önemli
filozoflarından, oyun yazarlarından biri. Meşhur “İkinci Cins” kitabının
yazarı, modern kadın hareketinin annesi. Onlarca kitabına, edebiyat
ödülüne, kadın hareketindeki öncü rolüne, Cezayir bağımsızlık hareketi
için verdiği entellektüel çabalar sayesinde kazanılan başarılara bakmış
ve demiş ki: “Hayatımdaki en büyük başarım Sartre ile olan ilişkimdir.”
O
dönemleri yaşayanlar bilirmiş: O zamanların efsanevi çiftiymiş de
Beauoir ve Sartre. Varoluşçuluk felsefesinin lideri, iki asi insan, bir
ilişkiyi paylaşıyor. İnandıkları, söyledikleri toplumu derinden sarsmaya
yetecekken, bir de aşkları var gündemde. Herkesin gözleri onların
üzerinde. Onlarsa caz klüpleri, yazı masaları, sokak protestolarındaki
ön safları arasında modern aşklarını sonuna kadar yaşamakla meşguller.
Tanışmaları
Sorbonne’da felsefe okudukları döneme rastlar. Mezuniyet sınaviında
Sartre birinci olur, de Beauvoir ikinci. Ama okuldaki herkes Simone’un
daha iyi bir filozof olduğunu söylemektedir ve 21 yaşında, bu sınavı o
güne kadar vermeyi başaranların en genç kişidir.
Sartre o zamanlar
(ve sonraları) tam bir Don Juan’dır. Ufacık tefecik fiziğine ve patlak
gözlerine rağmen kadınları baştan çıkartma konusunda son derece ustadır.
Baştan çıkartmanın ve yazmanın aynı entellektüel süreçten kaynak
bulduğuna inanır. Daha sonraları şu hayalini dile getirir: Hayatına
girip çıkan, dizi dizi kadınlar… Her biri kendi anında, onun için
hayatın tüm anlamı olsa… Simone bu bahsettiği deneyimi yaşaması
gerektiği konusunda onunla hem fikir olarak Jean Paul’ü hayrete düşürür.
Böylece “açık ilişki” diye adlandırılan ilişkileri başlar.
Sartre,
de Beauvoir’a şöyle demiş: “Sahip olduğumuz esaslı bir aşk. Ama ikimiz
için de yedek aşk ilişkileri yaşamak iyi bir fikir.” Simone bir
yazısında bu teklife yer verir ve arkasına şu notu düşer: “Biz birbirnin
aynısı iki insandık ve aşkımız biz var oldukça sürecekti, ama geçici
ilişkilerin kazandıracağı zenginliklerin de yerini doldurmazdı.”
İşte
1929′da böyle bir paktla başladı ömürleri boyunca sürecek ilişkileri.
1981′de Sartre’ın ölümüne kadar sürdü. De Beauvoir da, Sartre’dan sonra
fazla yaşamadı. Hiç evlenmediler, hiç aynı evi paylaşmadılar ama her gün
mutlaka görüştüler, hiç çocukları olmadı. Simone bu pakta gönüllü imza
atmıştı, zoraki bir razı oluş yoktu. Ancak ilişkileri boyunca çok
kıskançlık acısı çekti. De Beauvoir açısından bakılırsa kabul edilmiş
toplumsal normlara cesur bir başkaldırıydı bu. Sartre erkek atalarının
milyonlarca yıldır yapageldiklerini tekrardan başka bir şey yapmıyordu.
İlişkilerinde farklı olan, kadının da erkek kadar başka ilişkileri
girmeye eşit hak taşımasıydı. Yine de bu ilişkide erkek kadından biraz
daha eşitti. Adam ardarda sayısız ilişki yaşarken, kadının bir kaç uzun
soluklu ilişkisi oldu yalnızca. Bunu da kadın cinsinin biyolojik
doğasına bağlayabiliriz. Paktın bir kuralı da şeffaflıktı. Birbirlerine
söz vermişlerdi, evli çiftler gibi birbirilerine yalan söylemeyecek, her
şeyi paylaşacaklardı; duyguları, işi, projeleri, ilişkileri… Dediğim
gibi, bu şeffaflığın De Beauvoir’ın çok açı çekmesine neden olduğu
zamanlar da oldu. Ama yeniden tanımlanmış bir ilişki formuydu onlarınki.
Aşklarına zoraki nedenlerden dolayı riyanın bulaşmasına engelleyecek
bir düzeni en baştan kurdular.
Entellektüel ya da politik
projelerini karalamak için ikilinin seks hayatını “düşük, ahlaksız,
pespaye” ilan etmek kolay olurdu. Onlar büyük projelerine laf getirmemek
için ilişkilerini bu şekilde yaşamaktan vaz geçmedikleri gibi, bu
ilişki formunu göğüslerini gererek topluma ilan ettiler. Galiba onlar
için ilişkiyi bu şekilde yaşamak da, inandıklarının sağlamasını
yapmalarına yarayacak bir deneydi. De Beauvoir erkek merkezli
tanımlanmış dünyada kadının “diğer” olduğu koşulları irdelemişti “İkinci
Cins” kitabında. Belki de bu ilişki türünü kadının gücü erkek kadar
elinde bulundurduğu bir ilişki türü olarak görüyordu ve okuyucularına
anlattıklarını aynı zamanda kendi hayatında bizzat yaşayan bir model
olması önemliydi onun için. (Ben de şimdi okuyucularıma bunu anlattım
diye böyle yapacak değilim. Heveslenmesin kimseler).Çoğu zaman
dayanılması çok güç olan birbirlerine karşı dürüstlük ilkesi,
ilişkilerinin yaşayan ve değişen organizması hem felsefi, hem de
kurgusal yazılarını şekillendirdi. Bu yüzdendir ki bu ilişki en azından
20. yüzyılın en büyük aşkıdır. İki büyük düşünürün ürünlerini var
etmelerini sağlayan koşul olmuştur bu ilişki.
Aşklarının güzelliği,
ikisine de sürekli düşünme ve sorgulama, durmaksızın kendini
gerçekleştirme için adım atma fırsatı tanımış olmasıdır. İkisi de
birbirinin felsefesine katkıda bulunmuş geliştirmişdir. En güzeli, kadın
ve erkek için tanımlanmış rollereteslim olmadan aşka sonsuz teslim
olmuş olmalarıdır.“Ama romantizm bunun neresinde?” derseniz de
Beauvoir’ın Sartre’a ve Sartre’la ilgili yazdıklarını işaret ederim
size:
“Sizinle yalnızken hiçbir şey bana önemli gelmiyor… Sizi
çılgınca seviyorum. Sizsiz bomboş ve mutsuzum.”, ‘Sizinle olmadıkça
yalnız başıma kalmayı tercih ederim.”
“Başkalarına olan duygularınızı
kıskanıyorum”, “Başkalarının size olan duygularını kıskanıyorum”,
“Başka kalplerde gezinmeniz bana çok ağır geliyor, sadece benim olun
istiyorum”, “Kos olmasın, Vedrine olmasın, yalnızca siz ve ben! Bu
düşüncemin aptalca olduğunu biliyorum.”
“Sevgilim, biz tek vücuduz ve ben sizim, siz de o derece bensiniz, bunu derinden hissediyorum.”
“Bir şey Sartre için önemli diyorsam, benim için de önemlidir.”
“Hayatta
bizi hiçbir şeyin ayırmayacağını belirttiğinizi okuyunca çifte mutluluk
yaşadım” -”İkimizin de ne kadar kuvvetli insanlar olduğumuzu düşünmek
hoşuma gidiyor. Burada bizim değer yargılarımızın ve yaşam biçimimizin
zaferini görüyorum”
“Ayrılığımız çok uzun mu sürecek? Olsun,
üç yıl sonra bile aynı olacağız, yalnız bu süre içinde gerçek bir
hayatım olmayacak. Bu, yalnız bir bekleyişten ibaret olacak, Sizi
bekleyişten.” (Sartre’ın hapis yıllarında yazdığı mektuplardan)
“Bana uzun uzadıya yazın, çünkü bütün mutluluğum mektuplarınız.”
“Canım,
bana kendinizi anlatın, beni terketmeyin.”, “Siz olmadan ben yarım bir
insanım sevgilim”, “Dünyada sizden başka kimsem yok.”
“Sizden
mektup almadığım günlerde perişan oluyorum.”, “Sizinle öylesine güzel
bir yaşamım oldu ki, her şeyimi size borçluyum, neyim varsa.”
“Sizi
seviyorum, sizsiz mutsuzluğa kapılıyor ve yaşamdan sıkılıyorum.”, “Sizi
göremedikten sonra, yalnız olmayı tercih ederim. Kendimi bana hiçbir
şey kazandırmayan insanlar için harcamaktan tiksiniyorum.”,
“Kişiyi destekleyen birinin olması olağanüstü bir şey, bunun önemini hiç şimdiki kadar
kavrayamamıştım
-bu çok az rastlanan, çok özel bir şey- sevgilim sizsiz yaşam ne kadar
donuk ve tatsız.”, “Sizsiz ben bir hiçim”, “Sizi görmeye ihtiyacım var.”
“İnsanla
insan arasındaki en dolaysız, en doğal, en gerekli ilinti, kadınla
erkek arasındaki ilintidir” der Marx. ‘insanoğlunun kendini türsel bir
varlık, yani insan olarak anlama derecesi işte bu ilintiye bakılarak
ölçülür; kadınla -erkek arasındaki ilinti, insanoğulları arasındaki
ilintilerin en doğalıdır. Bu yüzden de, insanoğlunun davranışlarının ne
denli insanîleştiği ya da insanî varlığın ne denli doğallaştığı, insanî
yaradılışının ne ölçüde kendi yapısı haline geldiği en iyi işte bu
ilintide görülür.’
“Bir gün bana beyaz bir sayfa üstüne sözcükler
atmanın onun için ne denli kolay, ne denli güç olduğunu anlatmaya
çalıştı. Gerekli olan dedi bana, boşluğa güven duymak.” /
Simone de Beauvoir
“Hepimiz
için aynı olan bu ölümü herkes tek başına karşılıyor. Yaşam açısından
birlikte ölünebilir; ama ölmek, birlikte sözcüğünün artık bir anlam
taşımadığı bir dünyaya kaymaktır. Dünyada en çok istediğim şey,
sevdiğimle birlikte ölmekti, ama cesetlerimiz yan yana yatsa bile, bu
yalnızca bir aldatmaca olacaktı; hiçlikten hiçliğe bir bağ yoktur.”
Simone de Beauvoir – Olgunluk Çağı II
“Bir ara, beni Sartre’la yalnız
bırakmalarını söyledim ve çarşafın altına uzanmak istedim. Bir hemşire
beni durdurdu: ‘Hayır. Dikkat edin… Kangren’ İşte o zaman onun kara
kabuklarının gerçek türünü anladım. Çarşafın üzerine yattım ve biraz
uyudum. Saat beşte hemşireler geldiler. Sartre’ın cesedinin üzerine bir
çarşaf ve bir çeşit kılıf örtüp onu götürdüler.”
Simone
Lucie-Ernestine-Marie-Bertrand de Beauvoir (/simɔn də boˈvwaʀ/; 9
Haziran 1908 – 14 Nisan 1986) Fransız yazar ve filozof. Roman, felsefe
politik ve sosyal deneme, biyografi ve otobiyografi yazarı, gazeteci.
Modern Feminizmin kurucusu.
Jean-Paul Sartre (tam adı: Jean-Paul
Charles Aymard Sartre) (21 Haziran 1905, Paris – 15 Nisan 1980, Paris),
ünlü Fransız Özgürlükçü yazar ve düşünür.
——–
Bütün yaşamını
kendisinden altı yıl önce külleri toprağa verilen Jean-Paul Sartre’la
dayanışma ile geçiren Simone de Beauvoir, 1986 yılının Nisan ayında 78
yaşında öldü. Paris’in bütün gazeteleri, bu ölümü büyük puntolarla
duyurdular. Birinci sayfalarını yazarın fotoğraflarına ayırdılar. “Le
Matin”, “Liberation”, “Le Figaro”, “France -Soir”, “Le Quotidion de
Paris”, “Humanité” gazeteleri… Humanité’deki yazarın resminin üstüne
şöyle yazılmıştı: “Bir kadının gücü: Simon de Beauvoir bütün yaşamı
boyunca ikinci cinsin kurtuluşu ve özgürlük yolundaki birçok kavgada
Sartre’la birlikte belirleyici rol oynadı. “
Simon de Beauvoir’ın
Jean-Paul Sartre’a yazdığı mektuplar “Düşün Yayıncılık”ça, bugün,
yayımlanmış bulunuyor. Mektupları Simon de Beauvoir’ın evindeki bir
gömme dolabın dibini amaçsız bir biçimde karıştırırken bulan ve yayına
hazırlayan Sylvie Le Bon de Beauvoir’ın açıkladığına göre mektupların
bütünü 321 tanedir. Kendini işine ve sevdiğine adayışın, kendini işine
ve sevdiğine bırakışın yoğun coşkusunu simgeleyen mektuplar bunlar.
Savaşın, Faşizmin, Nazizmin yayıldığı, günlerin yaşanmaz duruma geldiği
yıllarda kendini yitik duyumsayan, yabancılaşan insanlar arasında ayakta
kalabilmenin, dostluğun, dayanışmanın, ülküdeşliğin, aydın insan olma
niteliğinin ve belki de bütün bunların sonucu olarak çok coşkulu bir
sevinin simgesi bu mektuplar. Güvendiği sevdiğine kendini tümden
verebilmenin simgesi…
Doğrusu, Simon de Beauvoir’ın sonsuz
sevgisi, her tümcesinde açıkça görülüyor: “Başkalarına olan
duygularınızı kıskanıyorum.”, “Başkalarının size olan duygularını
kıskanıyorum”, “Başka kalplerde gezinmeniz bana çok ağır geliyor, sadece
benim olun istiyorum”, “Kos olmasın, Vedrine olmasın, yalnızca siz ve
ben! Bu düşüncemin aptalca olduğunu biliyorum.”
“Sizinle yalnızken
hiçbir şey bana önemli gelmiyor… Sizi çılgınca seviyorum. Sizsiz bomboş
ve mutsuzum.”, ‘Sizinle olmadıkça yalnız başıma kalmayı tercih ederim.”
“Bana uzun uzadıya yazın, çünkü bütün mutluluğum mektuplarınız.”
“Ayrılığımız
çok uzun mu sürecek? Olsun, üç yıl sonra bile aynı olacağız, yalnız bu
süre içinde gerçek bir hayatım olmayacak. Bu, yalnız bir bekleyişten
ibaret olacak, Sizi bekleyişten.”
“Canım, bana kendinizi anlatın,
beni terketmeyin.”, “Siz olmadan ben yarım bir insanım sevgilim”,
“Dünyada sizden başka kimsem yok.”
“Sevgilim, biz tek vücuduz ve ben sizim, siz de o derece bensiniz, bunu derinden hissediyorum.”
“Sizden
mektup almadığım günlerde perişan oluyorum.”, “Sizinle öylesine güzel
bir yaşamım oldu ki, her şeyimi size borçluyum, neyim varsa.”
“Sizi
seviyorum, sizsiz mutsuzluğa kapılıyor ve yaşamdan sıkılıyorum.”, “Sizi
göremedikten sonra, yalnız olmayı tercih ederim. Kendimi bana hiçbir şey
kazandırmayan insanlar için harcamaktan tiksiniyorum.”,”Kişiyi
destekleyen birinin olması olağanüstü bir şey, bunun önemini hiç şimdiki
kadar kavrayamamıştım -bu çok az rastlanan, çok özel bir şey- sevgilim
sizsiz yaşam ne kadar donuk ve tatsız.”, “Sizsiz ben bir hiçim”, “Sizi
görmeye ihtiyacım var.” Sevdiğini bu ölçüde seven Simone de Beauvoir,
“Kadın” adlı yapıtının son iki paragrafında kadın ve erkek için şu
düşünceleri söyleyerek yapıtını bitirir: ..
“İnsanla insan arasındaki
en dolaysız, en doğal, en gerekli ilinti, kadınla erkek arasındaki
ilinti’dir” der Marx. ‘insanoğlunun kendini türsel bir varlık, yani
insan olarak anlama derecesi işte bu ilintiye bakılarak ölçülür; kadınla
-erkek arasındaki ilinti, insanoğulları arasındaki ilintilerin en
doğalıdır. Bu yüzden de, insanoğlunun davranışlarının ne denli
insanîleştiği ya da insanî varlığın ne denli doğallaştığı, insanî
yaradılışının ne ölçüde kendi yapısı haline geldiği en iyi işte bu
ilintide görülür.’
Bundan iyisi can sağlığı. İnsanoğlu, şu anda
elimizin altında bulunan dünyada gerçekleştirecektir özgürlüğün
egemenliğini; bu yüce yengiyi kazanabilmek için, her şeyden önce,
erkeklerle kadınların, aralarındaki ayrılıkları bir yana bırakıp,
yalansız dolansız bir kardeşlik kurmaları gerekmektedir.”
Simon
de Beauvoir, Sartre’ın kendisine yazdığı mektupları 1983’te yayımlamış.
Ya sizin yazdıklarınız diye soranlara da onları yitirdiğini söylemiş.
Yani Fransız okuru, daha önce Sartre’ın mektuplarını okumuş. Ben ise,
daha sonra yayımlanan Simon de Beauvoir’ınkilerin birinci cildini ancak
bugün okuyorum. Zeynep Bayramoğlu, çevirirken genellikle bizim derginin
tutumuna uygun bir tutum içinde görülüyor, bir iki nokta dışında…
Sabetay Varol
Simone
de Beauvoir’dan Sartre’a Mektuplar I, Mektuplar, Mektuplar Dizisi: 23,
Çeviren: Zeynep Bayramoğiu, Düşün Yayıncılık, Şişli İstanbul, 1996,335
s.
Simone de Beauvoir, Kadın, Bilgi Dizisi 9, Payel Yayınlan, Çeviren Bertan Onaran, İstanbul, 1969, 212 s.
Sonsuz Sevgi (2)
Türk
Dili Dergisi’nin geçen sayısında Simone de Beauvoir ile Jean Paul
Sartre arasındaki sonsuz sevgiden söz açmıştım, “Sartre’a Mektuplar”ın
Türkiye’de yayımlanışı dolayısıyla. Sözü biraz daha sürdürmek gerekiyor.
İnsanlar arasındaki en doğal, en dolaysız, en gerekli ilişkinin
kadınla erkek arasındaki ilişki olduğunu belirleyen, Simone de Beauvoir
kadınlık kavramını üçe ayırarak açıklar okurlarına:
1) “Dişi”liğini öne çıkaran kadın;
2) “Özgür”lüğü başat görünüm almış olan kadın;
3) “Çağdaş” oluşu ön planda görülen kadın…
Dişiliğini
öne çıkaran kadın, kendini edilgen bir av durumuna getirerek erkeği de
bedensel edilgenliğe indirgemek ister; erkeği tuzağa düşürmek için kendi
bedenini kullanır. Özgür kadın ise, etkin olmak, erkeğin kendisine
yakıştırdığı edilgenliğe karşı çıkmak eğilimindedir. Çağdaş kadına
gelince; o, erkek değerlerini kabul eder, erkekler gibi düşündüğünü,
etkinlikte bulunduğunu, çalıştığını, yarattığını öne sürer, erkekle eşit
düzeyde olmayı benimser…
Simone de Beauvoir, kadın kavramını
açıklarken yaptığı bölümlemede ele aldığı bütün özellikleri kişiliğinde
toplamıştır; yapıtlarında, mektuplarında, yaşama biçiminde, sonsuz
sevgisinde açık açık görülür bu. O; çağdaş bir kadın olduğu ölçüde
“dişi”dir de, “özgür”dür de…
Erişilmez sonsuz sevgi; masallarda
gördüğümüz kavuşamayan, birbirini hiç tanımamış, tanıyamamış bireyler
arasındaki imgelerle abartılmış; aslında hiç yaşanmamış sevgi değildir.
Bu; bütün kadınlığını, özgürlüğünü, çağdaşlığını ve dişiliğini
ayrıntılarıyla yaşayarak yaratılan bir sevgidir. Yüreklilikle’, hiç
gizlemeden, açıkça yaşayarak, kafasını da kullanarak yaratılan bir
sevgi…
İnsanın kendi istenciyle kendini yaratması gibi bir şey bu sevgi. Anlamsız “yazgı”ya boyun eğmeden istencini kullanarak yaşamak…
Simone
de Beauvoir’ın Jean Paul Sartre’la arkadaşlığı; dayanışmanın,
ülküdeşliğin örnek bir görünümüdür. “Simone de Beauvoir’dan Sartre’a
Mektuplar I”de açıkça görülüyor bu. Mektupların çoğu, gençliklerinde
Nazi saldırıları yıllarında, İkinci Dünya Savaşı yıllarında yazılmış.
Bu sevgi, yaşamları boyunca sürmüştür.
Gençliklerinde,
birbirlerine sevgi dolu seslenmeleri vardı; sözgelimi, “Yazdıklarınızın
her satırında ‘yaşamınızda öyle biri’ olmadığımı açıkça gördüm ve
hissettim. Gerçekten siz ve ben bir bütün oluşturuyoruz; bu olağanüstü
bir güç. Bunu hissettiğim zamanlarda her şey bana vız geliyor.” –
“Hayatta bizi hiçbir şeyin ayırmayacağını belirttiğinizi okuyunca çifte
mutluluk yaşadım” -”İkimizin de ne kadar kuvvetli insanlar olduğumuzu
düşünmek hoşuma gidiyor. Burada bizim değer yargılarımızın ve yaşam
biçimimizin zaferini görüyorum”[i] gibi seslenmelerle sevgilerini
içtenlikle doğrulayan Jean Paul Sartre ile Simone de Beauvoir yetmişli
seksenli yıllara gelindiğinde artık her ikisi de yaşamlarının son
dönemine ulaşmış bulunuyorlardı. Ayrıntılara girmeden diyebiliriz ki
birbirlerini hiç bırakmadan sonuna değin büyük bir dayanışma içinde
olmuşlardır, ölünceye değin, her ikisi de, kalabalık gönüldeşler,
ülküdeşler aylası içinde yaşamışlardır.
Jean Paul Sartre, 1980′de; Simone de Beauvoir, 1986′da öldü.
Birbirlerine
son yıllarında da ne ölçüde bağlı olduklarını kanıtlayan başka yapıtlar
da var elimizde. Sözgelimi “Veda Töreni ve Jean Paul Sartre’la
Söyleşiler Ağustos-Eylül 1974″[ii] adlı yapıt… Bu; Simone de Beauvoir’ca
“Sartre’ı sevmiş olanlara, sevenlere, sevecek olanlara” sunulmuş bir
yapıttır. Sartre’ın son on yılı boyunca Simone de Beauvoir’ın tuttuğu
günlüğe dayanmaktadır.
Birinci bölüm olan “Veda Töreni”nde
Sartre’ın 1970-1980 yıllarını içeren son on yılı anlatılır. İkinci
bölümü 1974′ün Ağustos-Eylül aylarında Sartre’la aşağı yukarı her konuda
yapılan uzun söyleşi oluşturur.
Bu 592 sayfalık yapıtta, sonsuz sevgi ve saygılarını gösteren birçok bölümce vardır.
Sözgelimi,
Simone de Beauvoir, Sartre komadayken 15 Nisan 1980′de oturup onu
saatlerce seyreder. Onu hiç yalnız bırakmayıp arkadaşı Arlette’le sıra
ile 24 saat nöbet tutmaktadırlar. Arlette nöbetteyken Sartre ölünce
herkese duyurulur. .
Şöyle yazıyor Simone de Beauvoir: “Bir ara,
beni Sartre’la yalnız bırakmalarını söyledim ve çarşafın altına uzanmak
istedim. Bir hemşire beni durdurdu: ‘Hayır. Dikkat edin… Kangren’ İşte o
zaman onun kara kabuklarının gerçek türünü anladım. Çarşafın üzerine
yattım ve biraz uyudum. Saat beşte hemşireler geldiler. Sartre’ın
cesedinin üzerine bir çarşaf ve bir çeşit kılıf örtüp onu götürdüler.”
Doğrusu, Sartre’ın Beauvoir’a yazdığı mektupları da görmek istiyor insan.
İkinci kaynak haber Ahmet Miskioğlu'na aittir.
Ünlü kadın Fransız yazarı Simone de Beauvoir ile ilgili daha fazla bilgiyi ilerleyen saatlerde paylaşmayı sürdüreceğiz.
Google